Pandemi ile ilgili yazılan bütün metinler gibi bu metne de “Çin’in Wuhan kentinde başlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan…” diye başlayacaktım ki, artık “2019 yılı Aralık ayında” diye eklemenin de gerekli olduğunu fark ettim. Dünya Sağlık Örgütü 2023 Mayıs’ında pandeminin küresel bir tehdit olarak sona erdiğini açıkladı. Günlük yaşamımız şaşırtıcı bir hızla normale dönmüş olsa da COVID-19 pandemisinin gösterdiklerine yeniden bakmak, felaketlerin başımızdan eksik olmadığı dünyamızda bütünlüklü olarak neyle savaştığımıza dair bir hatırlatma olabilir. Minicik bir virüsün bile tüm dünyayı hasta eder hale gelmesinin insan ve çevre düşmanı tarım politikalarıyla, halk sağlığını hiçe sayan sağlık politikalarıyla ilişkisi çokça yazılan, konuşulan bir gerçek. Pandemiden kimin nasıl etkilendiği ise toplumsal düzenle doğrudan bağlantılı. “Virüs insan seçmiyor, ayırmıyor, herkesi etkiliyor” söyleminin sınıfsal bir safsatadan ibaret olduğunu, maaşından başka kaybedecek bir şeyi olmayan milyonlarca insanın yalısının bahçesindeki kondisyon bisikletinden açık hava güzellemesi yapanlarla aynı havayı bile solumadığını adımız gibi biliyoruz. Peki mevcut eşitsizliklerin derinleştiği, hayatta kalma, sağlıklı olma, iş güvencesi gibi başlıklarda kaygıların arttığı pandemi koşulları kadınların hayatını nasıl etkiledi? Virüs cinsiyet ayırmıyor ama toplumsal cinsiyet eşitsizliği küresel bir sağlık sorununu bile nasıl kadınlar için daha dezavantajlı hale getirebiliyor?
Hayat Eve Sığmadı
COVID-19 pandemisi denince, vaka sayısı, ölüm sayısı gibi göstergelerin ardından en çok ekonomik hayata etkileri konuşuluyor. Pandemi kısıtlamaları süresince kapalı kalan işyerleri, sokağa çıkma yasaklarının değiştirdiği tüketim alışkanlıkları ve ekonomik darboğaz sonucunda pek çok kişi işsiz kaldı. Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı (%29) zaten erkeklerin (%66) altındayken, pandemi döneminde kadınların daha fazla işten çıkarıldığını görüyoruz. Bunun bir nedeni, pandemiden etkilenen sektörlerde kadın çalışanların yoğunlukta olması olabilir ancak bu aynı zamanda kadınların nitelikli işe ulaşmakta zorluk yaşadığı ve daha güvencesiz koşullarda çalıştığını da gösterir. Çünkü biliyoruz ki pandemiden en çok etkilenen hizmet ve eğlence sektöründe kadrosuz, güvencesiz çalışma hakim. Kadrolu, güvenceli işlerde çalışan, nitelikli iş gücü sayıldığı için işten çıkarılması daha zor olanların daha çok erkekler olması da temel bir fırsat eşitsizliğine işaret eder. Erkek egemen anlayışla sayıları, koşullar kadınların aleyhine değilmiş gibi göstermek kolaydır, her eşitsizliğe bir kulp bulunur, ancak elimizdeki her veriye toplumsal cinsiyet gözüyle bakarak, altta yatan nedenleri değerlendirerek gerçekçi sonuçlara ulaşabiliriz.
Benzer şekilde hem ücretsiz izne ayrılanlarda hem de evden çalışmaya geçenlerde kadın oranının daha fazla olduğunu görüyoruz. Bu veriler, eve birincil gelir getiren kişi olarak erkeğin görüldüğü, evdeki işlerin de birincil olarak kadının işi sayıldığı geleneksel yaklaşımın ne kadar yaygın olduğunu ve kolayca benimsendiğini gösteriyor. Kadının çalışma hakkı çok daha kolay ve öncelikli olarak gözden çıkarılabiliyor; erkeğin işte, kadının evde olduğu tablo halihazırda çalışan aileler için bile olağan hale geliyor.
Pandemi boyunca, çocuğu olan yetişkinlerin hayatına nasıl devam edeceğine dair hiçbir öngörüde bulunmadan alınan önlemler, ev içi iş yükünü arttırdığı gibi cinsiyete dayalı işbölümünü de belirgin hale getirdi. Kreşlerin kapanması, okulların yüz yüze eğitime uzun süre ara vermesi ve hatta dönem dönem uygulanan sokağa çıkma yasakları çocukların sürekli evde bulunması anlamına geliyordu. Çocukların bakımına yardımcı olan anneanne, babaanne, dede gibi aile büyüklerinin de genellikle 65 yaş üstü kişilere uygulanan kısıtlamalar ve hastalık riski nedeniyle sürecin dışında kalması, sorunu büyüten bir başka etmendi. Evde birisinin bulunması gereksinimi, bir önceki paragrafta sonucunu gördüğümüz üzere, tercihen kadınların – çalışmaya devam etse bile – evde daha çok bulunması demekti. Çocuklara bakım verilmesi gerekiyorsa, üstelik de birinin izne ayrılması veya evden çalışması gerekiyorsa, çalışma koşulları tek başına bunu gerektirmese de – yani baba da izne ayrılabilecek veya evden çalışabilecek durumdaysa bile – bakım vermek toplumun kadınlara yüklediği bir görev olduğu için ilk akla gelen annenin evde kalması oldu. Burada her şeyi toplumsal cinsiyet eşitsizliğine bağladığımızı öne sürerek itiraz edenler olabilir, sonuçta elbette her iki ebeveynin de evde kaldığı veya bunun bir tercih değil zorunluluk olduğu durumlar olabilir. Ancak az sonra da değineceğim gibi ev işlerini çoğunlukla zaten kadınların yaptığı bir tabloda, pandemide ev işlerine ayırdığı zamanın arttığını söyleyenler de kadınlar olunca, evden çalışan veya ücretsiz izne çıkanların da ağırlıkla kadınlar olması bir tesadüf olamıyor.
Bulaşıcı hastalıklardan korunmak için temizliğin ne kadar önemli olduğu artık herkesçe bilinen bir gerçek. Her yerde bulunan dezenfektan kutuları, ortamlarda kolonya ikramları hayatımızın doğal bir parçası oldu. Pandemi ile geçirdiğimiz süre boyunca da virüsün bulaşmasını engellemek için dışarıdan gelen her şeyi silmek, yıkamak günlük temizlikten sayılıyor, sokağa çıkma yasakları ve mekanlardaki kısıtlamalar nedeniyle evde geçirilen zaman arttıkça, evdeki temizlik ihtiyacı artıyordu. Yapılan bir araştırmada pandemi ile birlikte kadınların %77.6’sı temizlik, %59.9’u yemek pişirme ve sunmaya ayırdığı vaktin arttığını söylemiş. Aynı araştırmada, zaten bu işleri pek yapmadığını söyleyen erkeklerin oranı, temizlik için %25.5, yemek için %40.7 ölçülmüş. Bu işleri yapmadığını söyleyen kadın oranı ise %5 ve %2.2 görünüyor. Yani zaten çoğunlukla kadınların üzerinde olan ev işi yükü, pandemi ile birlikte çoğu hanede kadınlar için daha da artmış gözüküyor.
Çocuklar ve eğitim konusunda bir parantez açarak ilk anda akla gelmeyen ancak oldukça kritik bir noktayı hatırlatmak gerek. Okulların kapalı kalması, toplumsal cinsiyet rolleri, ebeveyn kaybı ve artan yoksulluk gibi durumlar birleşince başka bir tehlikeye daha kapı aralıyor: kız çocuklarının eğitimden uzaklaşması. Henüz elimizde kız öğrencilerin okula dönüş oranlarıyla ilgili somut veri yok ancak geçmiş salgınlarda diğer ülkelerde edinilen deneyimler ve yapılan gözlemler bu riske işaret ediyor. Eğitimin çocuk yaşta evlilikleri önlemede önemli olduğu bilinen bir gerçek, ülkemizin sicilinin çocuk istismarı açısından oldukça kabarık olduğu göz önüne alınırsa, çocukların eğitimden uzak kalmasının çocuk işçiliğinin, çocuk istismarının artması gibi acı sonuçları olabileceği görülüyor.
Buraya kadar genellikle pandeminin kadın sağlığı üzerindeki dolaylı etkilerine, iş güvencesi, çalışma hakkı, görünmeyen emek gibi başlıklar üzerinden değinmeye çalıştım. Bunların sağlık üzerindeki etkisini biraz daha açmak gerekebilir, başlıklar sağlıktan bağımsız gibi görünebilir. Öncelikle, sağlık yalnızca kişinin bir hastalığı olmaması değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal tam bir iyilik hali olarak tanımlanır. Toplumcu sağlık yaklaşımı bu tanımı da derinleştirmek için tartışmalarını sürdürüyor ancak bugünün tüm egemen sağlık örgütleri bile bu tanımı ve sağlığın sosyal belirleyicilerinin önemini kabul etmiş durumda. Dolayısıyla, pandemide kadın sağlığı deyince yalnızca kadınların COVID-19’a yakalanması veya hastalık seyri ile ilgili bir analiz elbette eksik kalacaktı. İşsizlik, güvencesiz çalışma, gelecek kaygısı gibi ekonomik görünen başlıkların kişilerde kaygı bozukluğu ve depresyon gibi sağlık sorunlarını arttırdığı pek çok farklı araştırmada kanıtlanmış bir gerçek. “Ev işi” olarak tanımlanan temizlik, yemek pişirme gibi işlere ev içinde uzun saatler harcamak ise psikolojik olarak tükenme ve yorgunluğun yanısıra fiziksel olarak da pek çok yakınmaya yol açıyor, ergonomik olmayan koşullardan ötürü ev içinde çalışan kadınlar ağır kaldırma, tekrarlayan hareketlerle ilişkili kas, kemik ve bağ doku hastalıklarına daha çok yakalanıyorlar. Pandeminin ekonomik etkilerini cinsiyete dayalı eşitsizlikler ile birlikte değerlendirdiğimizde, kadınların sağlığının son iki yılda daha büyük tehdit altında olduğunu söyleyebiliriz.
Sağlığın sosyal belirleyicilerinden söz etmişken, daha az dolaylı bir sağlık göstergesinden söz etmek istiyorum. Bilindiği üzere ülkemizde sağlık hizmetine ulaşmak için çalışanların dahil olduğu bir sigorta sistemi var. Çalışanlar kendi adına sigortalı sayılırken, çalışmayan kişiler varsa çalışan eşleri üzerinden, 18 yaşına kadar da çalışan ebeveynleri üzerinden sigortalı olabiliyorlar. Yapılan bir araştırmada, katılımcı erkeklerin %77’si kendi sigorta hakkını kullanıyorken, kadınların yalnızca %43’ü kendi işi üzerinden sigortalı olduğunu ifade etmiş. Kadınların kamusal sağlık hizmetine ulaşabilmek için yasal olarak bir başkasına bağlı olduğu tabloda evde kalmayı, bakım rollerini üstlenmeyi kendilerinin tercih ettiğini düşünmek, ya da kendiliğinden bu yükü ve dayatmayı reddetmelerini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Kadınlar sağlık hakkı için bile bazen eve, evliliğe, aileye mecbur bırakılıyor, ekonomik bağımlılık veya çalışma hayatının dışında bırakılma, çok yönlü bir kuşatmayı beraberinde getiriyor.
Ekonomi ve çalışma hayatı ile ilgili bölümü bitirirken, sağlığa daha doğrudan dokunan bir başlığı da atlamamak gerekir. Dünyada sağlık çalışanlarının %70’ini, ülkemizde ise %55’ini kadınlar oluşturmakta. Kadınların işgücüne katılımının %28 olduğunu düşünürsek, yarıdan fazla ile kadınların ağırlıkta olduğu bir alan sayılabilir. COVID-19 pandemisi sırasında sağlık çalışanları sürecin başından itibaren zaten alışık oldukları yoğun ve güvencesiz koşullarda çalışmaya devam ederek sağlık sisteminin çökmesini engelledi. Hastalanma, yakınlarına hastalık bulaştırma korkusu, koruyucu ekipmanın zamanında ve yeterli miktarda temin edilmemesi gibi pek çok etken sağlık çalışanları için fiziksel ve ruhsal olarak yıpratıcı oldu. Kadın sağlık çalışanları için, varsa çocukların eğitimi ve bakımı ile ilgili artan gereksinim, izin ve istifa haklarının iptal edilmesi ve salgının öngörülemeyen gidişatı, bir çözümsüzlük ve süreklileşen bir kaygı anlamına geldi.
Son olarak, pandemiden önce de kadınların sağlığına yönelik en büyük tehditlerden biri olan kadına yönelik şiddet başlığını ele alalım. COVID-19 pandemisi sağlık sistemini, ekonomiyi, çalışma hayatını etkilediği gibi ev içi yaşantıyı ve sosyal ilişkilerimizi de etkiledi. Kadınların en çok şiddete maruz kaldığı yerin aile yanı, ev içi olduğu düşünülürse evde geçirilen zamanın bu kadar arttığı bir dönemde kadınların şiddete maruz kalma riskinin arttığını söylemek mümkün. Buna bir de pandemi kısıtlamaları nedeniyle evden uzaklaşma, yardım isteme kanallarının tıkanmasını da ekleyince ev içi şiddetin artması ne yazık ki şaşırtıcı değil. Tüm dünyada kadına yönelik ev içi şiddet olaylarının pandemi boyunca, özellikle sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönemlerde artış gösterdiği saptanmış. Türkiye’de bu artış, sosyal araştırmalar için yapılan anketlerde, acile ev içi şiddet nedeniyle başvuru sayılarının önceki yıl ile kıyaslanmasında, sığınma evi talebindeki artışla çeşitli raporlarda belgelenmiş durumda. Telefon hattı veya akıllı telefonlara indirilen uygulamalar gibi yardım ve destek yollarının hala tüm kadınlarca bilinmiyor olmasının yanı sıra, cezasızlık politikası, “mağdur” suçlama, yeniden ve daha fazla şiddete maruz kalma korkusu gibi nedenlerle pandemi döneminde, evde hapsedilmiş olan kadınların şiddet olaylarını bildiremediği ve yardım isteyemediği de kolaylıkla tahmin edilebilir. Her zamanki gibi, gerçeğin resmi sayılardan daha ürkütücü olduğunu öngörebiliriz.
Pandeminin kadınlar üzerine etkisi üzerine yapılan araştırmalar, çalışmalar ve sunulan raporlar çoğunlukla 2020 yılına ait. Buradan hareketle, yazılanların yalnızca kısa dönem etkiler olduğunu, orta ve uzun dönemde yaşanacaklar için pandemi dönemindeki kayıpların ne kadar ve nasıl telafi edildiğini izlemek gerektiğini söyleyebiliriz. Ancak burası sadece tespit ve öneri yapılacak bir yer değil. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin patronların, kocaların, partnerlerin elinde bir silah olmasına, emeğimizin görünmez hale gelip değersizleşmesine, krizi fırsata çevirenlerin kadınların mücadele ile kazanılmış haklarına göz dikmesine sessiz kalacak veya bunu “koşullar gereği”, “hepimiz aynı gemideyiz” diyerek normalleştirecek değiliz. Her bir toplumsal yıkımın kadınları daha fazla yıkmasına karşı durabilmek için toplumsal cinsiyet gözlüğüyle bakmak, görmek ve göstermek zorundayız. Bir bulaşıcı hastalığın bile kadınların üzerinde nasıl daha fazla yük anlamına geldiğini, kadınlara nasıl zarar verebileceğini çeşitli örneklerle göstermeye çalıştım. Bu örneklerin yalnızca “bir zamanlar böyleymiş” dedirtecek akademik araştırma konularından ibaret olması için, umut ve dayanışmayla…
Kaynakça:
1- Kalaylıoğlu Y, “The economic and social impact of COVID-19 on women and men – Rapid Gender Assessment of COVID-19 implications in Turkey” UN Women Turkey Office, 2020
https://eca.unwomen.org/en/digital-library/publications/2020/06/the-impact-of-covid19-on-women-and-men-rapid-gender-assessment-of-covid19-implications-in-turkey
2- Ergönen AT, Biçen E, Ersoy G, COVID-19 Salgınında Ev İçi Şiddet, Adli Tıp Bülteni, 2020; 25 Özel Sayı: 48-57
https://www.adlitipbulteni.com/archives/archive-detail/article-preview/covd-19-salgnnda-ev-ii-iddet/43971
3- Politika Özeti: COVID-19’un Kadınlar Üzerindeki Etkisi, Birleşmiş Milletler, 9 Nisan 2020
https://turkey.un.org/tr/49533-genel-sekreterin-politika-ozeti-covid-19un-kadinlar-uzerindeki-etkisi
4- “UNICEF: COVID-19 nedeniyle 10 milyon kız çocuğu daha çocuk yaşta evlilik riski altında”, 8 Mart 2021
https://www.unicef.org/turkey/bas%C4%B1n-b%C3%BCltenleri/unicef-covid-19-nedeniyle-10-milyon-k%C4%B1z-%C3%A7ocu%C4%9Fu-daha-%C3%A7ocuk-ya%C5%9Fta-evlilik-riski
5- Urhan B, Etiler N, Sağlık Sektöründe Kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet Açısından Analizi, Çalışma ve Toplum, 2011/2 (29)
https://www.calismatoplum.org/makale/saglik-sektorunde-kadin-emeginin-toplumsal-cinsiyet-acisindan-analizi
6- Ünal B, Gülseren L, COVID-19 pandemisinin görünmeyen yüzü: Aile içi kadına yönelik şiddet, Klinik Psikiyatri 2020;23(Ek 1):89-94
https://www.journalagent.com/z4/vi.asp?pdir=kpd&plng=tur&un=KPD-37973