Düzenleyen: Mustafa Yılmaz
6 Şubat 2023 tarihinde Türkiye belki de unutamayacağı en acı sabaha uyandı. Saat 04.17’de merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olan 7,7 büyüklüğünde deprem, ardından 9 saat sonra merkez üssü Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesi olan 7,6 büyüklüğünde ikinci bir şiddetli deprem ve devamında birçok artçı deprem gerçekleşti. On binlerce insan hayatını kaybederken en az bir buçuk milyonu aşan sayıda insan da evsiz kaldı.
Cumhuriyet tarihinin görmüş olduğu en büyük hasara neden olan bu deprem toplamda 11 ilde yıkıma sebep oldu. Bu illerden belki de en büyük hasarı alan ilimiz maalesef Hatay’dı. Depremin ilk günlerinden bu yana bölge halkı, bir yandan hayatta kalma mücadelesi verirken, bir yandan da üzerlerinde yoğun travmalar yaratan bu acı olayın üstesinden gelmeye çalışıyor.
Depremin yarattığı bu yıkımın en çok etkisini gösterdiği Hatay’da, ilk günden bu yana orada yaşayan biri paramedik, diğeri psikolog, Hatay halkına ve Hatay’daki kadınlara destek, can ve umut olmaya çalışıp inatla mücadeleyi sürdüren iki sağlık emekçisi kadına Hatay’ı sorduk. Oradaki yaşamın nasıl sürdürüldüğünü, kadınların Hatay’ı hayatta tutmaya vermiş olduğu mücadeleye yönelik geri bildirimleri sizler için derledik.
Depremden bu yana bölgede hayat olağan akışına dönebildi mi? Günlük yaşam nasıl devam ediyor? Sağlık hizmetine ulaşım nasıl sağlanıyor?
Selin: Depremden bu yana Hatay’da bir hayat kaldığını söylemek çok zor. Maalesef bölgede kalan yurttaşlar henüz hayata dönemedi, sadece hayatta kalmak için çaba harcamaya mahkûm edildi. Hatay halkı en temel ihtiyacı olan suyu bile karşılamak için metrelerce süren kuyruklarda saatlerce beklemek zorunda kaldı. Bölgeden ayrılmayan veya ayrılamayan çoğu insan için maddi sıkıntılar hiç olmadığı kadar zor bir hal aldı. Şehir hayata dönemediği için iş imkanları da mevcut değil. Sanayi, inşaat ve yemek sektörleri biraz daha kolay toparlanma şansına sahip olmasına rağmen bölgenin en büyük sorunlardan biri olan asbest yine hayatın olağan akışını engelledi.
Koskoca bir şehrin üstü toz bulutları ile kaplı iken normale dönmek çok da olası gözükmüyor. En temel ihtiyaçlardan biri olan sağlık erişimine ulaşmak başlı başına bir dert. Defne Devlet Hastanesi’nin yolu çok sayıda çukurun olduğu bir toprak yol. Şahsi aracı olmayan insanlar için ulaşmak neredeyse imkansıza yakın. Hastaneye ulaşmak Hatay halkının sağlık hizmetine ulaşmasına yeterli olamıyor. Hastane içerisinde yataklı tedavi alanı yok. İleri tanı ve tetkik uygulaması yapılamıyor. Operasyonel girişimler mevcut değil. Doğum yaptırılamıyor. Kısıtlı olan branşlardan randevu bulabilen halk muayene edilip tetkik için Reyhanlı veya Arsuz’a yönlendiriliyor. Aracı olmayan bölge halkı için Reyhanlı veya Arsuz’a gitmek yine problem teşkil ediyor. Doğum yapacak kadınlar ise ya Defne ilçesinde bulunan özel kadın doğum hastanesine giderek muayene ve doğuma yüksek meblağlar ödemek zorunda ya da Reyhanlı’ya gidip doğum yapabiliyor. Bölge içerisinde açılan aile sağlık merkezleri biraz olsun vatandaşın sağlık erişimini kolaylaştırmış olsa da maalesef yeterli bir sağlık sistemi için gereksinimleri karşılamıyor.
Yardımlar nasıl dağıtılıyor? Kadınların ihtiyaçlarını temin etmesinde yaşanan sıkıntılar neler?
Selin: Bölgede dağıtımlar ciddi derecede azaldı. Aklınıza ne geliyorsa ihtiyacın olduğu bir bölgede gelen yardımların dağıtılması bile başlı başına bir problem. Dağıtım noktalarından gelip alabilme imkânı olan yurttaşlar ya şahsi araçlarıyla ya da yürüyerek gelip ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamaya çalışıyorlar.
Özellikle kadınların ihtiyaçlarını karşılayabilmesi çok daha zor. Çadır, konteyner veya ev fark etmeksizin tüm hanelerde birden çok aile yaşıyor. Çoğunlukla bu hanelerde temizlik, yemek ve çocuk bakımı kadınların sorumluluğunda. Dağıtım noktasına ulaşım çok güç durumda. Kadınların bir yandan bu işlerin bütünü ile ilgilenirken bir yandan da dağıtım noktasına ulaşıp ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri gerekiyor. Çocuklarını emanet edeceği kimseleri olmadığı için eğer yaşça biraz büyük bir çocuğu varsa diğer çocuklarını ona emanet ederek hızlıca yardımlara erişmeye çalışıyor. Dağıtım veya yardım noktalarına geldikleri zaman da onlara yardımcı olacak bir kadın yok ise ped ve iç çamaşırı ihtiyaçları konusunda genellikle çekimser kalıyorlar. Kadınların gidemediği, eşinin, oğlunun veya kardeşinin gittiği durumlarda giden kişiye kendi ihtiyaçlarını “ayıp olduğu düşüncesiyle” yine söylemekten çekiniyorlar. Ailenin bir bebeği var ise bunu düşünen tek kişi genellikle kadın oluyor. Bebeğin ihtiyacı olan bezi yine kadının arayıp bulması gerekiyor.
Kadınların doğal afetlerde dezavantajlı olduğu, insani yardıma erişiminin daha kısıtlı olduğu ve daha fazla sağlık sorunu yaşadığı pek çok araştırma ile gösterilmiştir. 6 Şubat depremi özelinde kadınlar deprem sırasında ve sonrasında nasıl sorunlarla karşılaşıyorlar? Bu sorunlarla nasıl başa çıkıyorlar?
Selin: Depremin ilk gününden bugüne kadar geçen süreçte kadınlar ve çocuklar en dezavantajlı grubu oluşturdular. Geniş ailenin bir çadırda yaşadığı yerde kadına yüklenen görev ve sorumluluklar maalesef ki insani boyutlarda değil. Bütün bir çadırın temizliği ve düzeni, o kadar insanın karnını doyurmak için telaş ve endişe, çocukların bakımı ile ilgilenmek ve evli olanlar için eşlerine yükümlü olduğunu düşündüğü sorumlulukları gerçekleştirmek…
Çocuklu bir kadın çocuklarını bırakıp temiz tuvalete gitmek için uzak bir tuvalet arayışına giremez çünkü çocuklarından uzağa gitmesi veya bırakması yanlış olarak görülmekte. Ya çocuklarını alıp gitmesi gerekiyor veya yakın yerde temiz mi, kirli mi, sağlıklı mı, diye sorgulamadan kullanmak zorunda kalıyor.
Kaldıkları yerin yakındaki enkazlar, bahçeler mahremiyetin olmadığı ve güvende hissedilmeyen birer tuvalet haline dönüştü. Ayrıca bu hijyensiz koşullara maruz kalan kadınlar için mantar ve sistit problemleri de baş gösterdi. Sağlık erişimi olmadığı veya çok kısıtlı olduğu için bu hastalıkların tedavisi de ciddi gecikme ile başladı. Sağlık erişimi olduğu kimi yerlerde sadece erkek sağlık personelinin bulunması kadınların hastalıklarını yine “ayıp olacağı düşüncesiyle” dile getirememelerine neden oldu.
Eşlerinin haneye su, gıda ya da eksik bir şey getirdiği zaman bile kadından minnet etmesi beklenirken “eşin sorumluluğunu yaptı, senin de bir eş olarak sorumluluğunu yapman gerekiyor” denilerek rıza inşası oluşturuluyor. Depremin ardından ilk üç ay içerisinde kadınlar eşleri tarafından ağır hasarlı binalara sokulup “sen benim karımsın, ben sana bunları getirdim, sen de beni tatmin etmelisin” denerek ya da 15 kişinin bulunduğu, birden fazla ailenin kalmış olduğu çadırlarda cinsel ilişkiye zorlanıyor. Bunları yaşayan birçok kadın ne yaşadığının farkında olmasına rağmen sanki normal bir durummuş gibi zoraki kabullenip başka problemlere odaklanmayı tercih ediyor. Çünkü karı koca ilişkisinde kocanın isteğini reddetmek onlar için bu süreçte bile normal olmayan bir şey. Tüm bunlarla baş etme yöntemleri ise bu yaşananları normalleştirmeye çalışmak oluyor.
Toplumsal cinsiyet rollerinin hezeyanları kendini deprem bölgesinde de fazlasıyla hissettirmekte. Kızını veya oğlunu kaybetmiş bir anne torunlarının tüm sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldı. Belki de henüz kendi yasını yaşamadan, bir başına torunlarının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor.
Afet durumunda kadın sağlığını korumak ve geliştirmek için hangi önlemler alınmalı, deneyimlerden çıkan sonuçlar neler?
Selin: Akut süreçlerde kadınların sırf kadın oldukları için olan ihtiyaçları unutulmamalı ve ona göre planlar çizilmesi gerekli. Kadının sağlığı erkeklere göre çok daha hızlı biçimde etkileniyor. Kadınlar için daha mahremiyet içeren güvenli bir hijyen alanına ihtiyacı var. Afetler yaşanmadan önce, daha önce yaşanan afetlerdeki deneyimlerin kadınlara aktarılması ve kadının bilinçlendirilmesi kritik bir önem taşıyor. Afet için mahalle planlaması yapılırken kadınlar için oluşturulan bir hijyen alanı afet öncesinde kadınlara anlatılmalı ve oranın işleyişi hakkında kadınlar bilgilendirilmelidir. Akut anlarda bunu planlamak ve faaliyete geçirmek maalesef çok güç bir hal alıyor.
Depremin yarattığı etkiler üzerinden düşünürsek kadınlar, çocuklar, yaş ve gelişimsel zorluklarla ilgili dezavantajlı bireyler her travmatik olayda olduğu gibi deprem felaketinden de çok daha fazla mı etkileniyor?
Nilgün: Kadınlar kaynana ve diğer aile üyeleriyle birlikte yaşamaya başladığı için daha önceden kurmuş oldukları aile düzeni yıkılmış durumda. Bu yıkım sonucu büyük ailedeki bireyler arasındaki çatışmalar artmaya başlamış. Kadınlar iş yüklerinden kaynaklı çocuklarına ve kendine zaman ayıramaz hale geldi. Beklentileri karşılamak ve çocuk bakımını üstlenme konusunda daha fazla yıprandılar. Bu şekilde artan öfkenin yansıması da maalesef çocuklara oldu. Eşi yurtdışında olan kadınlar bu güçlüğü yaşarken anne baba rolünün görevlerini de üstlenmek zorunda. Özel alanlarının olmayışı insanları sözel şiddete daha fazla maruz bırakıyor. Çaresizlik duygusunun hakimiyeti arttığından depresif hissetme ve geleceğe dair kaygılar da artış gösteriyor.
Bölgedeki ruh sağlığı çalışanları kendilerinin de yaşamış olduğu psikolojik sorunlarla nasıl başa çıkıyor? Depremi yaşamış ve bölge halkıyla aynı travmatik olaylar silsilesinden geçmiş bir ruh sağlığı çalışanının iş hayatı nasıl etkileniyor?
Nilgün: Depremi yaşayan ruh sağlığı çalışanları bir yandan kendi yaşadıkları zorluklarla mücadele etmeye çalışırken bir yandan da işlerini yapmaya devam ediyorlar. Yardım alamayan ruh sağlığı çalışanı ruh sağlığı hizmeti vermeye çalışıyor. Çalışanların psikolojik durumu sorulmadan çalışma yapmaları beklenmektedir. Her bir danışan/hasta ruh sağlığı çalışanı için tetikleyici olabilmektedir. Bu konuda ruh sağlığı çalışanlarına yeterli özen ve destek verilmediğinden yapılan çalışmalarda zayıf ya da yetersiz kalabilmektedir. Şehrini yakınlarını evlerini kaybetmiş çalışanlardan bunu beklemek empati duygusundan yoksun olmaktan başka bir şey değildir. Ruh sağlığı çalışan sayısı artırılmadan, ruh sağlığı çalışanlarına terapi desteği ve süpervizyon desteği verilmeden halkın bu hizmetlere ulaşması giderek güçleşecektir. Yıpratıcı olan bu süreçte kimlerin nasıl bir ruh sağlığı hizmetine ulaştığı belirsizliğini korumaktadır.
Deprem bölgesindeki kadınlar psikoterapi seanslarına ne tür psikolojik zorluklarla geliyor?
Nilgün: Bu süreçte yardım almaya gelen kadınların bir kısmı deprem öncesinde var olan sorunların devamı, nüksetmesi nedeniyle yardıma başvururken genelinde ileri derecede depresyon, travma sonrası stres bozukluğu ve öfke kontrol problemleri görülmekte.
Ailelerin birleşerek geniş aile oluşturması sonrası kadınların iş yükünün fazla olması, cinsel ihtiyaçlarını karşılamak ya da eşlerinin cinsel taleplerine cevap vermek için yeterli sakin, temiz, mahrem alan oluşmaması eşler arasında çatışmaya, cinsel şiddete yol açıyor. Kadınlar rahat etmedikleri istemedikleri ortamlarda cinsel ilişkiye zorlanabiliyor. Geniş aileden bireylerin kadınların yaşamları ve kararları üzerinde söz ve hak sahibi gibi davranmaları kadınların özgürlüğünü kısıtlıyor. Psikolojik şiddete de dönüşen bu durum aile içi çatışmaları körüklemekle kalmıyor, kadınların iş yükünü arttırarak fiziksel istismara ve yine özgürlüğün kısıtlanmasına yol açıyor.
Kadınların depreme bağlı korku ve kaygıları var. Deprem yaşantısına bağlı anıların canlanması, tekrar edeceği korkuları; yalnız kalma, yakınlarını kaybetme, özellikle çocuklarla ilgili koruyamama korkusu ve suçluluk duyguları yaşıyorlar.
Gelecekle ilgili, barınma sorunlarıyla ilgili belirsizlikler, ekonomik zorluklar, düzenin bozulmasına bağlı olarak çocukların kontrol edebilme kaygısı, çocukların eğitimi ve onlarla geçirilen onarıcı zamanlardaki sorunlar, üzerine diğer büyüklerin müdahalelerde bulunması psikolojik zorluklar oluşturuyor. Kadınların yardım aldıkları sorunlar arasında eşlerinin uyum zorlukları, alkol, madde kullanımı hakkında da zorlukları ve yardım talepleri oluyor.
Anne veya yalnız yaşayan kadınların yaşadığı psikolojik zorluklar neler?
Nilgün: Tek başına yaşamakta olan kadınların çoğu ailesi ile birlikte yaşamak zorunda kalmaya başlamış, tek başına kalmakta güçlük çekenler de var. Olası bir depremi yalnız karşılama, diğerlerini koruyamayabileceğinin korkusu ve ekonomik olarak tek olmayı karşılayamama problemi var. Yalnız ve çocukları ile yaşayan kadınlar kendilerini güvende hissetmiyor. Yaşamlarını, hareket alanlarını çok kısıtlama gereği duyuyorlar. Hele kendi araçları yoksa ulaşımla ilgili sorunlar nedeniyle kısıtlılık aşırı düzeyde.
Depremden sonraki kısa ve uzun vadede yapılan yardım çalışmalarında cinsiyet ayrımcılığı mevcut mu?
Nilgün: Ayrımcılıktan çok kadınlara özgü sorunlara kör yardımlar yapılıyor fakat demokratik kitle örgütleri ve kadın örgütlerinin duyarlılığı alandaki bu körlüğün üstesinden gelmeye çalışıyor.
Ayna, saç boyası, hijyen pedi, iç çamaşır, doğum kontrol yöntemlerinin ilaç ve tedavileri erkek aklının çok sonradan dikkate aldığı şeylerdi. Gerek Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) – Türk Tabipleri Birliği (TTB) koordinasyonunda gerek DKÖ gibi kadın yapılarında bu ihtiyaçlar görüldü ve önemli oranda giderildi. Ama onların elinde olmayan ışıklandırma, ulaşım, güvenli sokak ve yapılar, sosyalleşme alanları oluşturma gibi sorunların giderilmesi uzun sürdü hatta bu konuda hala ciddi sorunlar var.
Şiddet durumunda başvuru mekanizmaları ilk birkaç ay yokken halihazırdaki koruyucu mekanizma yeterli değildi. Şiddet gören kadınlar kaderine razı olmayı tercih etti çünkü şikâyet etmeleri halinde kendileri ve çocukları için yeterli yaşam koşullarının sağlanacağına inanmıyorlar.
Özellikle ilk aylarda yaygın olan çamaşır makinesi eksiği temizlikle ilgili iş yükünü arttırdı, bulaşık makinesi, elektrikli süpürge olmaması gibi sorunlar, bulaşık ve yemek için bir tezgâhın olmayışı sorun olarak görülmedi. Bu tür talepler yaygın olarak lüks olarak değerlendirildi. Oysa kadınların geniş ailelerin bir araya geldiği bu zamandaki iş yükü birkaç kat artmış, koşulların zorluğu nedeniyle deprem öncesinde 10 dakikada yapılabilen bir iş saatlere mal olmuştu. Örneğin daha önce mutfaktaki sudan cezveyi doldurup ocakta kahve pişirmek öncelikle cezvenin kalabalık ve üst üste eşyaların bulunduğu bir yığın arasından çıkarılması, suyun dışarıda bulunduğu yerden getirilmesi ve ardından ocağın kullanılması gerekiyor. Kadının bir yerden bir yere gidip kahveyi pişirmesi normal koşullarda pişirilen bir kahve için gereken emek ve zamanla mukayese edilemeyecek düzeyde güç bir hal alıyor. Bardakları her defasında elleriyle yıkadıkları için zaman maliyeti çok daha artıyor. Normal koşullarda sabah duş almak 15 dakika içerisinde gerçekleşen bir şey iken suyun ısıtıldığı, yine bir yerden bir yere taşındığı, kişinin eşyalarıyla beraber yaşadığı çadırdan başka bir yere gittiği, mahremiyet kaygıları yaşadığı, duş alındıktan sonra açık alana çıkma nedeniyle giysilerin ve tüm gerekli ihtiyaçların iki taraflı taşındığı ve düzenlediği daha karışık, zaman alıcı ve yorucu bir faaliyete dönüşüyor.
Var olan psikiyatrik veya psikolojik zorlukların şiddeti artıyor mu? Özellikle düzenli ilaç kullanması gereken yurttaşlar ilaçlarını yazdırabiliyor mu, temin edebiliyor mu?
Nilgün: Psikiyatrik zorluk olarak özellikle hastalarda panikatak sayısının ve şiddetinin son derece artması en göze batan zorluklardan biri olarak karşımıza çıkıyor. İlk zamanlar korkular çok daha güçlüydü. Zamanla kaybedilen insanlar, ekonomik birikimler, sosyal ortamlar, iş yükü, gelecekle ilgili belirsizlikler, yaşamı yeniden kurmanın maliyeti ve kayıplara dair üzüntü ve endişeler daha çok mutsuzluk, umutsuzluk, keyif alamama, çaresizlik gibi duygulara yol açarak kadınların yaşam enerjisini somuruyor, daha keyifsiz, halsiz, mutsuz olmalarına neden oluyor, uyku bozukluğu ve depresif duygular, endişe ve korkulara, (travmaya bağlı) eşlik eden bedensel şikayetler oluyordu.
İhtiyaç duyanlar hastaneye gidebildiklerinde genellikle ilaçlarını yazdırabiliyor. Ancak hastanelere gidebilmek ayrı bir sorun oluşturuyor. Ulaşım zor, çocukları, yaşlıları, engellileri hastaneye ulaştırabilecek sistem maalesef yok. Önceden de ulaşım imkanı çok azdı fakat bugünlerde çok daha az. Bugün araçların seferleri daha az, yolculuk ise çok pahalı. İnsanlar günlük işlerini bitirmeden zaten hiçbir yere gidemiyorlar, bir de dil bilmiyorlarsa gitmeleri daha imkansız hale geliyor. Bazı bölgelerden hastaneye sadece taksi ile gidilebiliyor. Yani bazen imkân varken bile ulaşılamayabiliyor.
Bölgede yaşayan yurttaşların psikososyal ihtiyaçları devlet eliyle karşılanabiliyor mu?
Nilgün: Devlet hizmeti bundan çok uzak. Alandaki ihtiyaç çok büyük. Psikiyatrik muayene ve ilaç yazma mümkün olsa da terapi desteği çok kısıtlı, psikologlar ve sosyal hizmet uzmanlarının verecekleri hizmete yeterince alan açılmadığı gibi burada hizmet vermekte olan depremi yaşamış sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin güçlendirilmesi ve rehabilitasyonu için çalışma yapılmıyor. Aynı zamanda Sağlık Bakanlığı’nda düzenli bir çalışma programı, destek sistemi ve süpervizyon süreci bulunmuyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı özellikle asgari ücreti bulmayan maaşlarla taşeron olarak çalıştırdığı, hizmet verdirdiği psikolog, çocuk gelişimci ve sosyal çalışmacıların emeğini sömürüyor. Bölgede çalışan arkadaşların ne kadar güçlü ve yeterli hissettiklerini söyleyemem ama bu koşullarda harika destek ve çalışma imkanları sağlayabildiğini düşünmüyorum. Bir meslek mensubu kendini güçlü, yeterli ve saygıdeğer hissetmeden verdiği hizmete odaklanması çok zordur. İnsanla çalışan meslekler için bu daha zordur.
Psikososyal destek vermek isteyen kimi sivil oluşumların devlet eliyle engellendiği bilgisi doğru mu?
Nilgün: SES ve TTB ekipleriyle ortak yaşam alanlarına gönüllü psikiyatri, doktor hizmeti götürdüğünde devlet engeliyle karşılaşılmadı. Fakat ne işlerini ne de hizmetlerini kolaylaştırıcı bir yola girildi. Örneğin gönüllü hizmet veren hekimin yazdıkları ilacın eczaneden SGK kapsamında alınmasını sağlayacak mekanizma kurulmadı. Bölgedeki sağlık ve sosyal hizmet emekçisi psikolog, sosyal hizmet uzmanları ve çocuk gelişimcilere gönüllü eğitim ve süpervizyon desteği vermek isteyen Türkiye Psikiyatri Derneği ile ortak çalışma yapılmadı.